Haber
2012-10-02 07:32:09
El-firâk âh el-firâk âh el-firâk

Dünya tüm aldaticiligiyla insani gerçek gerçeklerden kopariyor, sahte gerçeklerin pariltisi insana cazip geliyor ve insan, Hakk’in ikazini öncelemeyi terk ederek seytanin igvasini yasam biçimi haline getiriyor. Günlük yasamin hayhuyuna kapilan insan, ancak kendisini, ailesini, yakin bir arkadasini, dostunu etkileyen bir ilahi ikazla derin uykusundan uyaniyor; olan bitenin farkina varabilirse fâni âlemi bâki âlemin tarlasi olarak görüp degerlendiren yeni bir bakis ve yasayis basliyor. Ferasetten nasibdar olmayanlar savunma mekanizmalarini isleterek kendilerince geçerli rahatlama gerekçeleri gelistiriyor ve hayhuy, kisa bir aranin ardindan eskisi gibi devam ediyor.

Ilahi ikazlarin en siddetlisi, en sarsici olani insanin sevdiklerinin ölümüdür. Baskalari ölünce insan, kendisi ölmeyecekmis, ölüm kendi muhitine ugramayacakmis gibi kayitsiz bir tavir takinabiliyor. Bu sadece ölüm için degil, kaza, bela, felaket, hastalik vb. için de genel geçerli bir tavir. Ama kaza, bela, felaket, hastalik ve ölüm er geç herkesin muhitine ugruyor.

Ölüm bizim muhitimize de ugradi. Günahlarina kefaret olmasini diledigimiz istirapli bir hastalik sürecinin ardindan arkadasimiz, dostumuz, hocamiz Erol Battal’i genç yasta dâr-i bekâya ugurladik. 48 yilin birikiminin zihninde demlendigi ve esere dönüsmeyi bekledigi, tecrübenin kemale erdigi ve eyleme dökülmeyi bekledigi bir çaginda 1,5 yil hastane odalarinda siddetli acilarla seyreden menhus hastalik onu bizden kopardi. ‘Sirtimda bir agri var’ diyerek doktora gittigi ilk günden Büyükçekmece Gölü’nü gören, kendisinin de mutlaka begenecegi ebedi istirahatgâhina defnine kadar geçen 1,5 yillik süreç, çok yakin dostluk-arkadaslik, agabey-kardeslik iliskisi içerisinde bulunmus, sirlar-hatiralar paylasmis bir kimse olarak beni derinden etkiledi.  

Aslinda Erol Bey’i kaybetmekle neyi kaybettik, sorusuna cevap olmak üzere edebiyat tarihimizde çok veciz bir anekdot var. 44 yasinda vefat eden Muallim Naci’nin vefatinin ardindan kayinpederi Ahmet Mithat Efendi’ye bassagligina giden Ahmet Rasim’e Ahmet Mithat Efendi gözyaslariyla söyle diyor: “Rasim! Ne gaib ettik biliyor musun? Hazine desem yaninda tamtakir kalir!...”

Evet… Erol Bey, bana göre duyusuyla, durusuyla, refleksleriyle, birikimiyle, fedakârligiyla, mertligiyle, cesaretiyle, korkusuzluguyla, feragatiyle, cömertligiyle, vefasiyla hazinenin fevkinde bir degerdi.

Aciyi bal eylemeye dönük bir belagat yetkinligine sahip olmasam da kendisiyle, hakkinda hüsn-i sahadette bulunacak kadar muarefem bulunmasi dolayisiyla bildiklerimi, gördüklerimi ve hissettiklerimi sevenleriyle paylasmak ve bu surette Erol Battal portresine katkida bulunmak istiyorum.

Egitim-Bir-Sen Kütahya Sube baskaniyim. Bir is için Istanbul’dayim. Bir arkadasim belli bir saatte Aksaray’dan beni alacak. Istanbul 1 ve 2 No’lu subeler Aksaray’da. Sendikaya ugruyorum. Erol Battal ve arkadaslari bir hazirligin içindeler. Kütahya Sube yönetim kurulu üyesiyken Kütahya’da yapilan Baskanlar Kurulu’na katilmis olmasindan ötürü Erol Bey’i hemen taniyorum. Falan yerde bir toplantiya gidecekler, telas onun telasi. Istanbul’a gelmis her tasrali gibi yol yorgunlugunun üstüne günün yorgunlugu eklenmis, gözlerim kizarmis. Erol Bey pratik bir çözümle hem kendisini kurtariyor, hem de beni memnun ediyor: Üst kat etkin kullanilmiyor, bir odada çekyat ve battaniye var. ‘Sen birkaç saat uyu, sonra kapiyi çekiverirsin’ diyor. Içten, babacan, mesafesiz, teklifsiz. Öyle yapiyorum. Onlar toplantiya gidiyor, ben uyumaya.

Egitim-Bir-Sen Baskanlar Kurulu toplantilarina katiliyoruz. Heyecanli konusmalar yapiyor. Agizdan ve bogazdan konusmuyor. Cigerden ve yürekten konusuyor. Sesindeki perdeler, söyledigine tüm vücudunun katildigini belirten alçalip yükselmelerle tüm heyecanini yansitiyor. Onun heyecani tüm salonu kusatiyor, sinerji olusturuyor, motivasyonu doruga çikariyor.

2005’te Egitim-Bir-Sen Genel Teskilatlanma Sekreteri seçiliyor. Ankara’ya yerlesiyor, teskilatin bütününün derdiyle dertleniyor. Toplantilar için ya da çesitli temaslar için Ankara’ya geliyorum. Arada firsat olusturup Kizilay’a kitapçilara gidiyorum. Elimde kitap posetleriyle Genel Merkez’e dönünce ‘bakayim neler aldin?’ diyor. ‘Aldik bir seyler’ diyor, göstermiyorum her seferinde. Içimden de ‘Yahu Erol Bey, ne anlarsin sen kitaptan’ diyorum. O günlerde kitapseverlere mahsus bir tip öngörüm mü var bilmiyorum. Erol Bey, hiç kitapsever gibi durmuyor. Kitap kurdu oldugunu ve bu hususta benim onun ancak çömezi olabilecegimi üç yil fark edemiyorum. Ta ki ben de Genel Merkez’e seçilinceye kadar. 2008’de Genel Basin Yayin Sekreteri olarak seçiliyorum, o Genel Teskilatlanma Sekreterligi’ne yeniden seçiliyor. Ankara’da birlikte çalismaya basliyoruz. O ilk günlerden bir gün aksamüzeri, ‘isin yoksa söyle bir dolasalim Kizilay’i’ diyor. Çikiyoruz. Benim hiç bilmedigim ara sokaklardaki, hanlardaki kitapçilara, ikinci el kitap satan dükkânlara, hatta korsanlara gidiyoruz. Önceki tavrimi itiraf ediyorum. ‘Hakkini helal et’ diyorum. Gülüyor, bana Hermann Hesse’in Siddhartha’sini ve Eric Hoffer’in Kesin Inançlilar’ini alip hediye ediyor. Kitap alirken hesap kitap yapmiyor. Uygun indirimi denk getirince hesapsiz aliyor. Ben bir yerden sonra ‘benimki tamam Erol Bey, çok tutacak’ diyorum. O, ‘benim borcum hiç bitmedi zaten’ diyor, çuvalla kitap aliyor. Ondan taninmasi gereken çok yazar, okunmasi gereken çok kitap adi ögreniyorum. Benim kitabiyât hocam oluyor bir nevi.

Beraber Anadolu’yu ve Rumeli’yi dolasiyoruz. Iki kisinin gitmesi gereken programlarin çoguna birlikte gidiyoruz. Yollarda kültürden, sanattan, siyasetten ve mutlaka kitaplardan konusuyoruz. Yakin mesaimiz sirasinda baska yakin dostluklarinin da oldugunu ögreniyorum. Çay ve sigara. Çaysiz ve sigarasiz yapamiyor. Sikisik programlarin birinde ilçeden ilçeye hizli geçisler yapiyoruz. Ben programdaki diger ilçelere yetisememe endisesiyle konuyu hizlica toparliyorum ve vedalasmaya basliyorum. O da vedalasmaya basliyor. O sira birisi ‘birer çay daha içseydiniz’ diyor, Erol Bey hemen oturuyor, ‘benimki biraz demli olsun’ diyor. (Zaten nerede olursa olsun ‘demli olsun’ demeyi unutmussa da çogunlukla garsondan rica ediyor, çayi geri gönderip demini arttiriyor.) ‘Erol Bey’ diyorum, ‘seninle isi olan birisi senin sikisik vaktinde isini rahat görüsecekse çay üstüne çay söylemeli.’

Ve sigara. Erol Bey, günde üç paket Maltepe sigarasi içiyor. Yabanci sigaralari sigaradan saymiyor. Sigarasini onar, yirmiser paket aliyor. Çay ve sigaraya hiç ara vermiyor. Odasi sürekli dumanalti. Sigarasinin bittigini fark etmezse hemen çalisani aldirmaya yolluyor, gelinceye kadar da bizlerden bir sigara istiyor. Bir sürü de hakaret ediyor bizden aldigi sigaraya. Eger kendi sigarasi yarida yetisirse hemen söndürüp kendi sigarasindan yakiyor. Maltepe’den baskasini sigaradan saymiyor. Maltepe’ye bir sey demeye kalkisinca da ‘benim sigarama laf etme, sigarasiz kalir istersin, Saban da laf eder, sonra gelir isterdi’ diyor. Teskilattan gelenler, misafirler odasindaki yogun dumana istinaden sigara aleyhine bir iki söz söylemeye kalkisirlarsa, hele ‘Allah kurtarsin’ gibi dua cümleleri kurarlarsa hemen karsi çikiyor, sigaranin zararli olmadigina iliskin görüslerini çesitli örneklerle ispatlamaya kalkisiyor. Geçenlerde akciger kanserinden genç yasta ölen tanidik birinin hiç sigara içmediginden, seksen küsur yasinda hala sigarasini içen baska bir tanidigin hiçbir saglik problemi olmadigindan, geçenlerde bir arkadasiyla hastaneye gittiklerinde sigara içmeyen arkadasinin tahlillerinde bir sürü sikinti çiktigi ama kendisinin tahlillerinin temiz çiktigindan bahisle sigarasina olan ask derecesindeki bagliligini ortaya koyuyor. Sigaranin zararsizligina iliskin görüslerini ispatlamaya yönelik ortaya koydugu katalitik teoremi çogu zaman Erol Bey’e zafer kazandiriyor: “Ben eve serin günlerde kullanmak üzere bir katalitik soba aldim. Sobayi yakiyoruz. Ancak soba dumana duyarli. Sigara dumani yogun olarak odayi kaplayinca soba, sigara dumanini yangin dumani saniyor ve otomatik olarak sönüyor. Odayi iyice havalandirdiktan sonra tekrar yaniyor. Ben sigaramdan vazgeçmedim. Soba söndü, ben sigarami içtim. Sonunda soba sigara dumanina alisti, sönmemeye basladi. Insan vücudu da böyledir. Kendisini savunur. Sigara dumani içmeyene zararlidir, içene bir sey yapmaz” diyor.

2009 yilinin 24 Kasim’inda Saadet Partisi’nden bir heyet, Ögretmenler Günü münasebetiyle sendikayi ziyaret ediyor. Yönetim olarak kabul ediyoruz. Bir süre sonra Erol Bey, ‘müsaadenizle ben bir sigara yakacagim’ diyor ve yakiyor. Heyet baskani, sigaranin zararlari üzerine malum söyleve basliyor. Erol Bey sözü aliyor, sigaranin zararli olmadigina iliskin tüm donesini ortaya seriyor. Heyet baskani, ‘Erol Bey, bizim Saadet Partisi’nde sizin gibi ikna kabiliyeti yüksek arkadaslara ihtiyacimiz var’ diyor. Kimbilir, belki de ikna oluyor.

2011 Mart-Nisan aylari. Erol Bey’le birlikte sendikadan ayrilmak durumunda kaliyoruz. Bosuz. Yapacak isimiz yok, kitapçilari dolasiyoruz. Çay ocaklarinda oturuyoruz. Sirtinda bir agri oldugundan söz ediyor. Saga sola doktorlara gidiyor, aylarca teshis konulamiyor. 17 Haziran 2011. Bir ameliyat için Ankara’da bir hastaneye yatiyorum. Ameliyat için çagiracaklar diye bekliyorum. Esim, hastane girisinde Erol Bey’in esiyle karsilastigini, onun da bu hastanede yattigini ögrendigini söylüyor. Bir alt katta yatan Erol Bey’i ziyarete gidiyoruz. Hastaligi teshis için cigerine biyopsi yapilirken ciger çeperi ile cigeri arasina hava kaçirilmis. Asil hastaligina iliskin henüz teshis yok. Arizi durumun giderilmesine ugrasiyorlar. Ögleden sonra ben ameliyata giriyorum. Ameliyattan sonra beni ziyarete geliyor. Birkaç gün birbirimizi ziyaret ediyoruz. Ben hastaneden taburcu oluyorum. Kontrol için hastaneye gittigimde tekrar ziyaret ediyorum. Istanbul’da bir hastaneye gidecegini söylüyor. O gün Istanbul’a gidiyor. Istanbul’da teshis konuluyor. Esinden hastaligini ve asamasini ögreniyoruz. Bir ameliyatin ardindan aci dolu bir ilaç tedavisi basliyor. Ilaç verildikten sonra her seferinde birkaç gün kendine gelemiyor. Telefonla bilgi aliyoruz, kendini iyi hissedince ariyor, yormamaya özen göstererek ve moral vermeye çalisarak görüsüyoruz.

Agustos 2011. Istanbul’a evine ziyarete gidiyoruz. Birlikte gittigimiz arkadaslarla hastaligin etkilerini gözlemliyoruz. Arkadaslardan biri ‘Erol Bey, sigarayi biraktin mi?’ diyor. ‘Hayir’ diyor, Erzurum-Bayburt tinisiyla ‘getirin hele sigarami, su odayi herekleyelim’ diyor. Getiriyorlar. Arkadasla karsilikli içiyorlar. Hastaligina sigaranin neden olmadigini söylüyor. Dostunu ele vermiyor. Irsi oldugunu, ailede yaygin bir hastalik oldugunu söylüyor.

Telefonda görüsmelerimiz seyreklesiyor. Telefona esi veya çocuklari çikiyor. Selam yolluyoruz. Artik dönmüyor telefonlarima. Mayis 2012. Sik sik hastaneye kaldiriliyor, uzun süre hastanede kaliyor. Arkadaslarla yeniden Istanbul’a gidiyoruz. Evde ama evde olma garantisi yok. Hastanede de olabilir. Eve variyoruz. Evde yok, hastanede. Hastaneye variyoruz. Hastanenin girisinde, zeminde, kemoterapi servisinde kan veriliyor. Hemen görüveriyorum. Seviniyor bizi görünce. Ama yorgun ve bitkin. Kisa bir görüsmenin ardindan usulca agabeyini disariya aliyorum bilgi almak için. Bilgi veriyor, ‘Hocam fazla konusturmayin’ diyor. Içeriye döndügümüzde arkadaslarla 2012 yilinin sendikal panoramasini degerlendirmeye giristiklerini görüyorum. Bir arkadasim ‘Erol Bey, sigarayi birakayim mi, sen birak dersen birakacagim’ diyor. Düsünüyor, düsünüyor, ‘birakma’ diyor. ‘Ben günde 4-5 tane içiyorum. Benim hastaligim sigaradan degil. Ben televizyonda duydum. Bu hastalik irsi.’ ‘Ah Erol Bey’ diyorum içimden. ‘Sen bugüne kadar hiçbir konuda televizyondan duydum diye ortaya delil süren bir adam degilsin ki.’ Bunun adi, en yakin dostunun ihanet edebilecegine hiç ihtimal vermemek olsa gerektir. Insallah da en yakin dostu ona ihanet etmemistir.

Erol Bey, 28 Eylül 2012 Cuma gecesi, mübarek bir gecede, Hakk’in rahmetine kavustu. Ayni gün, Istanbul’da, Günesli Yasar Acar Camii’ni dolduran kalabalik bir cemaatin hüsn-i sahadetiyle kilinan cenaze namazinin ardindan Büyükçekmece Mezarligi’na defnedildi. Erol Battal ardinda, Divan Edebiyati ve Sendikal Örgütlenme ve Egitim-Bir-Sen adli iki eser, 10 bin kadar kitap, çesitli dergilerin koleksiyonu ve Egitim-Bir-Sen adina yayinlanmis ne varsa onun arsivini birakti. Tabii ki acili bir es, hayirli iki evlat ve tertemiz bir ad.

Erol Bey’in kitaba, çaya ve sigaraya düskünlügü bana hep Hilmi Oflaz’i hatirlatmistir. Mahmutpasa’daki seyyar tezgâhinda çoraplarin yanina Büyük Dogu dergilerini de asan, besledigi tavuk ve horozlarini da taktigi isimlerle Büyük Dogu’ya abone yapan, Üstad Necip Fazil Kisakürek’in azat kabul etmez kölesi, çay ve Bafra sigarasi tutkunu, uyurken sigara içemedigi için üzülen Hilmi Oflaz’i. Isportaci Hilmi Oflaz da ardinda çay ve sigara tiryakiligi ve ölümünün ardindan ISAM’a bagislanan 30 bini askin kitap ve temiz bir ad birakmisti.

Erol Battal duyarliydi. Baskalarinin acilarini yüreginde hissederdi. Duygularini gizlemezdi. Gerektiginde aglar, gerektiginde güler, gerektiginde bagirirdi. Güçlü bir karakterdi. Cenaze namazinin ardindan cami avlusunda Istanbul teskilatindan bir arkadas, vefatindan sonra hastanede Erol Bey’in naasini gördügünü, Mehmet Akif Ersoy’un hastaligi sirasinda vefatindan hemen önce çekilmis resimlerini andiran bir görünümü bulundugunu söyledi. Tecelliye bakin ki yasarken sîreti Mehmet Akif’e benzeyen Erol Battal’in vefatinda sûreti Mehmet Akif’e benzemis. Erol Bey’in yasarken Mehmet Akif’in karakter abidesi yasamini andiran ve Safahat’ta çizdigi portreleri karsilayan hasletleri vardi. Egip bükmez, egilip bükülmez bir adamdi. Akif’çe, ‘Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta cigerim / Onu dindirmek için kamçi yerim çifte yerim’  diyendi. Akif’çe, ‘Adam aldirma da geç git, diyemem aldiririm / Çignerim, çignenirim, hakki tutar kaldiririm’ diyendi. Evet, aynen böyleydi.

Erol Battal’in vefatinin ardindan Egitim-Bir-Sen Baskan, Yönetim ve çalisanlarinin bütünüyle cenazeye istirak ederek vefakâr davranmalari bir eski yönetici olarak beni ziyadesiyle memnun etmistir.

Dostuma vefamin küçük bir nisanesi olan bu yazinin sonunda, Cenâb-i Hakk’tan Merhum Erol Battal’a rahmetiyle muamele etmesini niyaz ediyorum. Esine, ogullari Talha ve Burak’a, annesine, kardeslerine, camiamiza bassagligi ve sabr-i cemil diliyorum. Dostlarimizin birer fatiha ikram etmelerini istirham ediyorum.

Yâ ilâhî yirini cennet-i a’lâ eyle

Yüzüni gösterüben ana tecellâ eyle

                                      Feyzî

MEMUR-SEN
KONFEDERASYONU
EĞİTİMCİLER BİRLİĞİ
SENDİKASI
Zübeyde Hanım Mahallesi Sebze Bahçeleri Caddesi No:86
Altındağ - Ankara / TÜRKİYE
Tel : 0.312 231 23 06 Faks : 0.312 230 65 28
ebs@ebs.org.tr
Copyright © Eğitim Bir Sen