Haber
2014-11-21 06:52:06
Gündoğdu: Bilgiye Dayalı Ahlakçılık Yerine Eyleme Dayalı Ahlaklılık Esas Alınmalıdır

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu,  eğitim-ahlak ilişkisinde en önemli unsurun, müfredatın, eğitim araçlarının, eğitim ortamının ahlaki duyarlılık içermesi olduğunu ifade ederek, “Müfredatın içeriği, sadece ahlak kurallarını öğretmekle, ahlak konusunda bilgi vermekle sınırlı tutulmamalıdır. Bilgiye dayalı ahlakçılık yerine eyleme dayalı ahlaklılık esas alınmalıdır” dedi.

 

Eğitim-Bir-Sen ve Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Mehmet Akif İnan Hatırasına” düzenledikleri “Eğitim ve Ahlak Şûrası”nın açılışında konuşan Ahmet Gündoğdu, insanın, bizim medeniyetimizin ve inancımızın ifadesiyle, ‘eşrefi mahlûkat’, yani yaratılmışların en şereflisi olduğunu, yaradılış sürecinde bahşedilen ‘eşrefi mahlûkat’ sıfatının yaşayışta da korunması ve ortaya çıkmasının ancak ‘güzel ahlakla’ mümkün olduğunu söyledi.  



 

Bu noktada, öncelikle ‘ahlak’ kavramını tanımlamaları gerektiğini vurgulayan Gündoğdu, “Ahlaka ilişkin sayısız ve birbirinden farklı tanım arasından bir tercihte bulunalım ve ahlakı, ‘insanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışların bütünüdür’ şeklinde tanımlayalım. Tanımdan da anlaşılacağı üzere ahlak binasının iyi/güzel ahlak ya da kötü/çirkin ahlak olmak üzere iki kapısı var. Şüphesiz bizim hedefimiz,  iyi/güzel ahlak kapısından girmek ve güzel ahlakla inşa olmaktır. Güzel ahlak, iyi insana; iyi insan, huzurlu topluma; huzurlu toplumsa barış ve adaletin hâkim olduğu dünyaya ulaşmanın olmazsa olmazıdır. Peki, ‘iyi insan’ inşası için gereken güzel ahlakı nereden ve nasıl edineceğiz. Hangi kaynağı referans alacağız, kimi ya da kimleri örnek alacağız? Bunu başaran bireyler ve toplumlar, nasıl bir yol izlediler? Bizim inancımız, medeniyetimiz, ‘imanlı insan ya da mümin, güzel ahlaklı insandır, iyi insandır’ hükmüne caridir. Esasen bütün semavi dinlerin özü ‘iyi insanı, güzel ahlaka sahip insanı inşa etmektir.’ Bu nedenle güzel ahlaka sahip olmayı ya da ol(a)mamayı, imani ve insani açıdan önemli bir sorun olarak kabul etmek gerekir. Güzel ahlak tercihinin kişiyi aşan olumlu etkileri, kötü ahlak tercihinin kişiyle sınırlı kalmayan olumsuz yansımaları mutlaka olacaktır. Evimizde, sokağımızda, mahallemizde, ilçemizde, ilimizde, ülkemizde ve dünyada, bizi mutlu eden ne varsa güzel ahlakın ya da mutsuz eden her ne varsa çirkin ahlakın birer yansımasıdır. Bu anlamda, güzel ahlakı kazanmak ve kazandırmak noktasında tavrı, mücadelesi, eylemi ve çabası olmayanların dünyanın mevcut düzenine ve farklı yerlerindeki zulümlere pasif iştirakçi olarak katkı sunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Daha genel ifadeyle ‘dünyanın çivisi çıkmış’ siteminde bulunmaya hakkınız olması adına, yerinden çıkan o çiviyi tekrar yerine çakmak için gereken çekicin güzel ahlak olduğunu idrak etmeniz ve çekici elinize alıp o çivinin yerine çakılmasına katkı sunmanız gerekir” şeklinde konuştu.

 


 

Peygamberimiz ‘Güzel Ahlak’ Noktasında Abide ve Zirveydi

 

Gündoğdu’nun konuşmasının satır başları şunlardır:

Konumuz eğitim ve ahlak olunca, insan ve evrensel değerler, Müslüman ve İslami değerler arasındaki ilişkiyi de incelemek gerekiyor. Bu noktada önce insanlık kavramına özel bir parantez açalım. İnsanlıktan kastımız, insan neslinin bütününü ifade eden nicel bir kapsam değil, insanın yaradılışından bugüne kadarki birikimiyle üretilen nitel değerler. Bu yönüyle insan, kendi idrakiyle ve birikimiyle şekillendirdiği, kurala dönüştürdüğü ve uyması halinde ‘insanlık’ övgüsüne mazhar olacağı evrensel insani değerlere sahiptir. Eşitlik taleplerimiz, adalet beklentimiz, barışa dair isteklerimiz, mazlumları koruma, zulümleri bitirme irademiz, insan onuruna ve saygın iş anlayışına dair hassasiyetlerimiz esasen evrensel insani değerlere dayanıyor. İnsan idrakinin bu noktada besleneceği ve destek alacağı bir referansa ihtiyaç vardır. O referans, elbette din ve dinin kurallarıdır. Bu anlamda, ‘güzel ahlak’ noktasında ilk verilerimizi, kurallarımızı, ilkelerimizi semavi dinler üzerinden edindiğimiz tartışmasızdır.  Yaratıcı, ‘güzel ahlakın’ nasıl kazanılacağını ve neleri içerdiğini ‘vahiy’ yoluyla bildirmiştir. Vahyin son muhatabı, son peygamber olarak ‘güzel ahlak’ ve ‘insan’ arasındaki ilişkide mükemmeli yakalayan şüphesiz Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir (SAV). Günümüzde Müslümanlar ve İslami değerler arasındaki ilişkiyi de bu zaviyeden incelemek gerekiyor. Müslüman sıfatına sahip olanların İslami değerlerle ilişkisi, olması gerekeni, ideali yansıtıyor mu? Müslüman sıfatına sahip olmak ya da bu sıfatın hakkını vermek adına İslami değerleri yaşayan, yaşatan bir bilinç söz konusu mu? Duygusal bir bakışla hemen evet demek kolaycılığına kaçmayacağım. Dünya üzerinde adaletsizliğin, tırnak içerisinde söylüyorum, ahlaksızlığın, hak tanımazlığın, madde seviciliğin, zulmün, insan onuruna karşı olumsuz tavırların zirve yaptığı bir dönemde Müslümanların İslami değerlerle ilişkisinin olması gereken düzeyde olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. Peygamberinin şahsiyeti, mümtaz kişiliği, adaleti, merhameti ve ahlakı üzerinden kendisine paye biçmekle yetinip bütün bu hasletleri kendisinde inşa etmeyi erteleyen bir kitle var. Evet, şüphesiz Peygamberimiz (SAV) ‘güzel ahlak’ noktasında abide ve zirveydi. Peki, biz ne konumdayız? Eğer bugün dünya, insan ve ahlak arasındaki mesafenin her geçen gün daha da açıldığı bir körleşme, vahşileşme, cedelleşme girdabında ise bunun sorumlusu öncelikle, İslami değerleri yaşamak konusunda isteksiz davranan, yetersiz kalan Müslümanlardır.

 

 

Güzel Ahlakı Hakim Kılmak Adına Öncü Olmalıyız

 

Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Peygamberin ümmeti, güzel ahlaka ulaşmak ve güzel ahlakı hâkim kılmak adına örnek olmalı, öncü olmalıdır. Bunu yapmadığımız için, dünya üzerinde zulüm var. Bunu hakkıyla yapmadığımız için açlıktan ölen insanlar, çocuklar, kadınlar var. Bunu yapmadığımız için, daha çok kazanma hırsı, ne yazık ki paylaşma erdemine galip geliyor. Yaradanın, hem yaşamamızı hem de yaşatmamızı istediği değerler var. Kendimiz açısından ihmal etmememiz, başkalarına yönelik olarak da ihlal etmememiz gereken değerler var. Doğumla başlayan ve ölüme kadar geçen süre, yani hayat, ‘insan kalma sınavı’ ve ‘kamil insan olma fırsatı’ olarak bize ihsan edilmiş. Peki, hayatın içini neyle dolduracağız; eylemlerimize, düşüncelerimize, kararlarımıza hangi ilkeler ve değerler yön verecek? Şükür ki, bu husus bize bırakılmamış. İnsan, ‘iyinin ne olduğunu belirleme yetkisiyle’ donatılmamış,  ‘iyiyi bulma ve iyi olma sorumluluğuyla’ yaratılmıştır. ‘Doğru söyleyiniz’, ‘Verdiğiniz söze bağlı kalınız’, ‘Emaneti ehline veriniz’, ‘Adil olunuz’, ‘Sabırlı olunuz’, ‘Merhamet ediniz’, ‘Şükrediniz’ emirleri dahil güzel ahlaka, iyiye, doğruya, güzele dair istikametimizi belirleyen temel düstur olarak ‘Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker.’ Yani iyiyi yapmak, iyiye çağırmak, kötülükten uzak durmak ve uzak tutmak noktasında yapacaklarımız bize bildirilmiş. Evet, insan iyiye, güzele ve doğruya çağrılmış ve çağrı öznesi olmakla sorumlu kılınmıştır. Bunun için iyiyi söyleyen olmak yetmez, iyiliği söylenen, iyiliğine, güzelliğine şahitlik edilen olmak gerekir. Üstelik sadece sevenleri ve sevdikleri tarafından değil, kendisini sevmeyenler hatta kendisine düşmanlık edenler tarafından. Bu noktada, mutlak, daimi ve değişmez bir rol modelimiz var: Peygamberimiz. Kendisini yok etmek için fırsat kollayan Ebu Cehil’in dahi ‘Muhammed’ül Emin’ diyerek ihtiram gösterdiği Peygamberimiz. İnsanlık tarihi Peygamberimizin tek bir çirkin sözüne veya davranışına şahitlik etmemiştir. İlimden uzaklaştığını, adaletten saptığını, merhametten vazgeçtiğini, sözünden caydığını, emanet ile ehliyet arasındaki mutlak ilişkiyi görmezden geldiğini, tevazuyu terk edip kibre tevessül ettiğini hiç kimsenin iddia etmediği, edemediği bir rol model ve istikamet önderi olarak Resul-u Ekrem, güzel ahlaka dair arayışımızda sözleriyle, eylemleriyle, işaretleriyle, bütün insanlığın kıyamete kadar yararlanacağı bir yol haritası sunuyor. Bu noktada bugün ne konumdayız. Çocuklarımıza, gençlerimize hatta yetişkinlerimize ahlak eğitimi, ahlaklı olma eğilimi konusunda gerektiği kadar fırsat ve imkan sunabiliyor muyuz?  Eğitim-ahlak ilişkisi ya da güzel ahlak ve eğitim içeriği ilişkisi bağlamında ne durumdayız?  Öncelikle hangi derece ve türde olursa olsun eğitim-ahlak ilişkisinde en önemli unsurun, müfredatın, eğitim araçlarının, eğitim ortamının ahlaki duyarlılık içermesi olduğunu hatırlatalım. Kastımız sadece Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi değil. Okul öncesinden üniversiteye, ilköğretimden doktora öğrenimine kadar eğitimin bütün süreçlerinde, güzel ahlakın temel hedef olarak hem soyut ilkelere hem de somut unsurlara etki etmesidir. Bu anlamda, bütün derslerin müfredatının içeriği, sadece ahlak kurallarını öğretmekle, ahlak konusunda bilgi vermekle sınırlı tutulmamalıdır. Bilgiye dayalı ahlakçılık yerine eyleme dayalı ahlaklılık esas alınmalıdır.

 


 

‘İyi İnsan Olmayı’, ‘İyi Meslek Sahibi Olmanın’ Önüne Koyan Eğitim Felsefesine Dayalı Bir Sistemi Kurmalıyız

 

Eğitim sistemimiz, iyi insan olmayı ya da güzel ahlaklı olmayı ödüllendirmiyor, bunlara ulaşmayı özendirmiyor. Eğitim sistemimiz, felsefemiz, organizasyonumuz; çocukları, gençleri ‘öğrenci’ sıfatına hapsediyor ve onların ‘insan’ sıfatını örtüyor. ‘Adam olmak’ için eğitiyoruz çocuklarımızı ‘insan olmak’ gibi bir hedef koymuyoruz. Adam olmaktan kasıt da ahlaklı olmak değil; iyi bir meslek sahibi olmak, iyi bir makam ve mevkinin adayı ya da sahibi olmak. Çocuklarımızı/gençlerimizi insani hasletleri, irfani kimlikleri üzerinden değerlendirmeyi ya ikinci plana koyuyoruz ya da hiç yapmıyoruz. Doktor olmayı başarmış genci ve onun ebeveynini takdir ederken, bu noktaya ulaşamamış olanları ‘daha az başarılı’ ya da ‘başarısız’ olarak nitelendiriyoruz. Okullardaki sınavlardan merkezi sınavlara kadar bütün sınav süreçlerini bilgiye ve zekaya dayalı olarak gerçekleştiriyoruz. Kısaca, eleğimizi kurup eliyoruz. Öğrettiklerimizi, öğrenip öğrenmediklerini denetleyip başarı skalaları, not cetvelleri ve sınav puanları üzerinden sıralama yapıyoruz. Ya insan olmaları ya ahlaklı olmaları, güzel ahlaka sahip olmaları konusunda ne yapıyoruz? Hiçbir şey. Çünkü bizim için eğitim, öğretmek ve öğrenmek ilişkisine dayanıyor. Gelin yeni bir şey yapalım. Doktor olmak, öğretmen olmak ya da olmamak noktasındaki eleme sistemini bir kenara koyup ‘iyi insan olmak’ merkezli bir eğitim sistemini çocuklarımıza, gençlerimize belki de daha doğrusu insanlığa hediye edelim. Bu anlamda, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK, eğer gerçekten bir eğitim reformu yapmak istiyorsa, ‘iyi insan olmayı’, ‘iyi meslek sahibi olmanın’ önüne koyan eğitim felsefesine dayalı bir sistemi kurmaya çabalamalıdır.

 

 

Karakter ve Şahsiyet Eğitiminde Tüm Eğitim Kadroları Sorumluluk Almalı

 

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olması üzerinden yürütülen tartışmaların devam ettiği bir süreçte Kur’an-ı Kerim ve Siyer derslerinin ders programları içerisine alınmasını son derece önemli ve değerli bir adım olarak görüyoruz. Ancak, güzel ahlakı bezenmiş birey ve ahlaklı toplum için bu derslerle sınırlı bir ahlak eğitimini yeterli ve doğru bir yaklaşım olarak görmüyoruz. Ahlakilik ve güzel ahlak terkibi, tüm müfredatın, bütün derslerin içeriğine ve ruhuna derç edilmelidir. Karakter ve şahsiyet eğitiminde sadece din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri değil, tüm eğitim kadroları sorumluluk almalı, bütün derslerde buna ilişkin ders içeriği oluşturulmalıdır. Ahlak eğitimi ve güzel ahlaka sahip insan, bir branş öğretmeninin dersi olarak değil, bütün eğitimcilerin, eğitim hayatındaki bütün paydaşların ortak derdi kabul edilmeli, eğitim sistemi, felsefesi ve organizasyonu ile eğitim kurumları bu hedef üzerinden şekillendirilmelidir. Siyaset, medya ve ekonomi dünyası başta olmak üzere 77 milyonun tamamında bu duyarlılık olmalı ve bu alan ortak sorumluluk olarak kabul edilmelidir. Bu kurgunun en önemli öznesi hiç şüphesiz öğretmenlerimizdir. Öğretmenlerimiz, çocuklarımız ve gençlerimiz için ‘iyi insanın’, ‘güzel ahlakın’ canlı fotoğrafı olmak durumundadır. Sadece öğreten değil, değerleri yaşayan ve yaşatan bir kimlik olarak öğrencilerinin karşısına çıkmalıdır. Öğrencisi, insan olmanın değerini öncelikle öğretmenlerimiz üzerinden yaşamalıdır. Adil olmayı, işinin hakkını vermeyi, iş ahlakını, hakça paylaşmayı, birlikte yaşamayı ve huzuru birlikte oluşturmayı, sınıfta ve okulda öğretmenimizden görmelidir. Böylesi bir öğretmen profili için öncelikle öğretmenimizin toplumdaki saygınlığının ve itibarının, bu hedef doğrultusunda oluşması ve korunması gerekiyor. Öğretmenlerimizin mali ve sosyal hakları, özlük hakları ve çalışma şartları bu itibar ve saygıyı oluşturacak biçimde düzenlenmeli ve geliştirilmelidir. Toplumda itibar görmeyen öğretmene, öğrencileri tarafından ihtiram gösterilmesini beklemek ve öğrencilerinin o öğretmenin ahlaki sıfatları üzerinden kendisini inşa etmeye çalışmasını istemek, en az ölü gözünden yaş beklemek kadar beyhudedir.

 


 

İletişim, Etkileşim ve Yönetişim Zeminlerinde Gençlerle Buluşma Fırsatlarını Mutlaka Kullanmalıyız

 

Konu, eğitim, öğretmen, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK gibi bir düzleme geldiğinde ilk aklıma gelen kitle gençlerimiz. Ahlak üzerinden suçladığımız, itiraz ettiğimiz, ayıpladığımız hatta daha da ileri gidip ‘bunlar adam olacak da biz göreceğiz’ diyerek üst perdeden yok saydığımız gençler. Öncelikle, sokakta, okulda, evde, markette, statlarda, salonlarda gördüğümüz gençler, bizim gençlerimiz ve bizim eserimiz. Onlara yaptığımız her eleştiri, her tenkit esasen kendi eksiklerimizin, kendi yanlışlarımızın itirafıdır. Aynı durum çocuklarımız için de geçerli. O zaman gençleri, ahlak üzerinden eleştirmek kolaycılığı yerine ahlaka dayalı olarak eğitmek sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Bu noktada, bugünün dünyası bize büyük imkan ve fırsatlar sunuyor. İletişim, etkileşim ve yönetişim zeminlerinde gençlerle buluşma fırsatlarını mutlaka kullanmalıyız. Birey ve topluma yönelik ahlak eğitimi kadar önemli bir konuda ahlaklı fikir, ahlaklı düşünce, ahlaklı siyaset, ahlakı önceleyen devlet profilinin hakim olmasıdır. Bunların yanına belki de öncelikle ahlaklı aydını dahil etmek gerekiyor. İdeolojilerin ahlakiliği noktasında kafa yormak gerekiyor. Materyalist, nihilist, panteist vb. fikirlerin ahlaki düzene etkilerini konuşmamız gerekir. Sistemin ve ilkelerinin ahlakiliğini tartışmak, yine sistemi şekillendiren anayasadan başlayarak yönetmeliklere kadar mevzuatın ahlakiliğini, güzel ahlakla uyumunu konuşmak gerekiyor. Siyasal sistem, hukuk düzeni ve bunlara bağlı mevzuat insan fıtratına aykırı araçlar, kurallar, tehdit ve fırsatlar barındırıyorsa sisteme ve düzene direnmek zor. Sistem ve mevzuat sizi yalan söylemeye, yanlış beyanda bulunmaya, gerçek durumu saklamaya zorluyorsa, güzel ahlak bir tarafa ahlakilik için gereken vasata ulaşılması bile zordur. Bu anlamda, ülkemizin geçmişi yasaklar, sınırlamalar, baskı ve dayatmalar üzerinden bireyin, derneklerin, partilerin, sivil toplum örgütlerinin gerçeği örttüğü, yalan söylemek en azından gerçeği saklamak zorunda kaldığı süreçler barındırır. Özgürlüğün olmadığı, gerçeği ifade etmenin, olduğun gibi davranmanın bedel ödemeyi gerektirdiği bir siyasal düzen, ahlaklı birey ve güzel ahlakı hedef almış bir toplumsal bilinç için gereken asgari gereklilikleri karşılayamaz. Bu anlamda 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbe ve muhtıraları ile 28 Şubat süreci, bireyin ve toplumun güzel ahlakla arasındaki mesafeyi daha da açan uygulama ve mevzuatlarla büyük bir sosyal maliyet üretmiştir. Muktedirin zulmüne uğramamak için kendini saklayan, inancını ifade etmekten ve açıkça yaşamaktan kaçınmak zorunda bırakılan bireylerden ve toplumdan ‘doğruyu söyleme’, ‘şeffaf olma’ ve ‘olduğu gibi görünme’ tavrı beklemek ne kadar mümkündür. Diğer taraftan, bu neviden ara rejim dönemleri bir yana demokrasi ve hukukun hakim olduğu dönemlerde de yasa koyucu iradenin mevzuat düzenlemelerinde sadece ‘uygulanabilirliği’ değil, beraberinde ‘uyulabilirliği’ de dikkate alması, ahlaklı olmaya dair fiili eğitim açısından son derece önemlidir. Mevzuat, toplumsal ahlakı yozlaştırma riski oluşturmayacak hükümler, ödevler ve sorumluluklar içermelidir. Buna en somut örneklerden biri ülkemizde emlak vergisi mevzuatıdır. Türkiye’de ev satın alanların büyük bir çoğunluğu satın alma bedelini düşük gösteriyor. Niye? Konut alımlarında vergi yüksek olduğu için. Vergi oranını belirleyen yasama erki de, vergiyi tahsil eden yürütme erki de bu durumu biliyor. Ancak, hükmü değiştirmek, oranları düşürmek yerine kuralı yürürlükte tutuyor ve devleti kandırmayı başarmış veya kandırmayı başarı sayan vatandaş profili oluşturuyor. O zaman yapılması gereken belli. İnsan ve ahlak arasındaki ilişkide yozlaşma riskini ortadan kaldıracak düzenleme ve değişiklikleri ivedilikle hayata geçirmek gerekir. Sistem ve mevzuat, kayırmacı ve ayrımcı olmamalı, tüm vatandaşların hizmetlere eşit ve adil bir şekilde kolayca ulaşabilirliğini düzenlemelidir. Nimet ve külfet noktasında, adil ve herkesçe kabul edilebilir bir zemin oluşturmalıdır.


 

Kâr Hırsıyla, İnsanların Yaşam Hakkını Riske Atan İşverenlerin İş Ahlakı Mutlaka Sorgulanmalıdır

 

Sistem ve mevzuatın ahlakiliği kadar, yönetimin ve yönetenlerin ahlakiliği de çok önemlidir. Kamu yönetiminde adalet ve ahlaka ilişkin sorunlar, bileşik kaplar teorisine benzer biçimde bütün kurumları etkilemektedir. Nitekim medeniyet tarihimizin farklı dönemlerinde öne çıkan düşünürler, bu kapsamda kaleme aldıkları eserlerde yöneticilerin görevlerini, onların güzel ahlak ve inançlarından ayrı düşünmemiş, görevleri ile ahlaki tutumları arasında ayrılmaz bir ilişkinin varlığını vurgulamışlardır. Yönetim tarihimizde önemli etkileri olan, Nizam’ül Mülk’ün Siyasetnamesi, Koçibey’in Risalesi, Farabi’nin Erdemli Şehiri Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Biligi, Evliya Çelebi’nin Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yolları gibi eserlerde iyi bir yönetimin nasıl sağlanacağı üzerinde durulmuştur. Bütün bu eserlerde, temel ilke ve saptama; ahlaklı ve adaletli insanın, iyi ve adaletli yöneticilerin yetişmesinde ve adaletli devlet anlayışının ortaya çıkmasında ilk adım olduğudur. Kısaca, devletlerin ve dünyanın adil olması ve adil bir siyasal sistemin ve küresel zeminin oluşmasını istiyorsak önce adil ve ahlaklı insanı inşa etmeliyiz. İnsanları güzel ahlakla buluşturmadan küresel adalet ve küresel barışın hakim olduğu bir dünya ne yazık ki mümkün değil. Yönetimin yozlaşması, yöneticilerin ahlakilikten uzaklaşması kamu yönetiminin yapı ve işleyişini sadece bozup dağıtmamakta, yaşam hakkı dahil insana dair, insan onuruna dair, insan haklarına dair ihmaller ve ihlaller zincirini de beraberinde getirmektedir. Bugün, dünya üzerinde kamu yönetimlerine yönelik eleştirilerin temelinde, akraba, eş, dost kayırmacılığı, hemşericilik ve siyasi kayırmacılık, hizmet kayırmacılığı, rant kollama ve vurgunculuk, israf, verimsizlik ve sorumluluktan kaçma, değişime karşı gönülsüzlük gibi yozlaşma biçimlerinin hüküm sürmesi yatmaktadır. Ekonomiye ve çalışma hayatına yönelik kuralsızlıklar, denetim eksiklikleri de ahlaki açıdan ele alınması gereken konuların başında geliyor. Örneğin, aldıkları ücret, sosyal güvenlikleri, çalışma koşulları noktasında taşeron işçi olarak çalıştırılan işçilerin durumuna dair ahlak temelli bir değerlendirme mutlaka yapılmalıdır. Kâr hırsıyla, daha fazla para kazanma tamahkârlığıyla insanların en temel hakkı olan yaşam hakkını riske atan işverenlerin iş ahlakının mutlaka sorgulanması ve özellikle iş kazalarına yönelik tedbirlerin alınmasının zorunluluk haline geldiği, son dönemde yaşadığımız acılarla gün gibi ortaya çıkmıştır. Depremlerde, maden faciaları ve iş kazalarında verdiğimiz can kayıpları sermaye azgınlığına, girişimcilerin ahlaki alana dair duyarsızlığına yönelik çarpıcı veriler içeriyor. Bu arada, çalışma ahlakı da son derece önemlidir. İşini gerektiği şekilde yapmayan, üreteceği toplumsal faydayı ya da toplumsal riski düşünmeyen bir çalışan tavrının oluşmamasına da gayret edilmelidir.

 

 

Ahlaklılar Güç Sahibi Olmayınca, İnsan, Ahlaksız ve Adaletsiz Bir Küresel Düzenin Avı Haline Geliyor

 

Güç ahlakı, küresel güçlerin ahlakı noktasında konuyu ele aldığımızda da çok vahim bir tablo ile karşılaşırız. Uluslararası kuruluşların hukukunun adalet ve ahlak zemininde oluşturulmadığını rahatlıkla görebiliyoruz. BM, IMF ve Dünya Bankası’na baktığımızda, yapısı ve karar alma süreçlerindeki adaletsizliği ve gayri ahlakiliği görebiliyoruz. Merhamet yerine menfaat, adalet yerine ticaret ikame ediliyorsa, insana ait, insani değerlere ait ahlakı esas alan bir dünyadan bahsetmek mümkün değil. Bugün dünyayı fotoğrafladığımızda karşımıza çıkan tablo,  güçlünün haklıyı ezmesi ekseninde dizayn edilmiş bir manzarayı işaret ediyor. Bu fotoğraftan rahatsız olmayanlar da var. İsrail’in Filistin ve Gazze’deki zulmüne, Orta Afrika’da Müslümanların katline seyirci kalanlar var. Batı ülkelerinde obezite temel sağlık sorunu iken, Afrika’da açlık temel insani sorun. Dünyanın en zengin 100 kişisinin mal varlığı, 7 milyar insanın mal varlığından daha fazla. Ortadoğu üretilmiş kamplaşmalar üzeriden kan gölüne çevrilirken, iç savaş, terör örgütlerinin çatışma alanı haline getirilirken dünyanın Batısı ve Kuzeyi daha zengin olmanın hesaplarını yapıyor. Gücün ahlaksızlığının ulaştığı boyutu Suriye’de, Somali’de, Arakan’da, Filistin’de, Doğu Türkistan’da ve dünyanın daha birçok bölgesinde görüyoruz. Gücü, ahlakla dizginlemeyince ya da ahlaklılar güç sahibi olmayınca, insan, ahlaksız ve adaletsiz bir küresel düzenin avı haline geliyor. İnsan ve ahlak, devlet ve ahlak, uluslararası diplomasi ve ahlak arasındaki ilişkinin gerektiği şekilde kurulamamasının bedelini esasen bütün insanlık ödüyor. Çünkü insani değerler katlediliyor. Evimizden başlayıp bütün dünyada huzur, barış, adil paylaşım ve ortak yaşama kültürünü hakim kılmak istiyorsak, birlikte başarmamız gereken ‘güzel ahlakı hakim kılmak’, güzel ahlakı hakim kılarken de izlememiz gereken strateji nettir: ‘Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilmiş’ Ulu Peygamberin hayatla-insanla buluşturduğu değerleri hakim kılmak. Bu bağlamda, ahlak satıcısı ve ahlak denetleyicisi olmak yerine ahlakın alıcısı, uygulayıcısı ve yaşatıcısı olmayı tercih ettiğimizde, güzel ahlakla buluşmak ve dünyayı güzel ahlakla buluşturmak daha kolay olacak. Bütün bunları gerçekleştirdiğimizde, insani ve İslami değerler ışığında eğitim ve ahlak arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamayı da, kendimizi, insanımızı, insanlığı ‘güzel ahlak’ üzerinden yeniden inşa etmeyi de başarmış olacağız. İşte o zaman, ‘insan olma’ mücadelemizi ‘kâmil insan’ olarak tamamlama imkânı yakalayacağız.

 

 

Öğretmenin Maaş Düzenlemesinde Sayının Çokluğu Bahane Edilmemeli

 

Öğretmenlerin maaş düzenlemesinde sayının çokluğu bahane edilmemelidir. Hak ettiği için astsubayına 3600'ü veren devlet, hak ettiği halde meslek erbabına, öğretmenine bunu hala vermiyor, sayısının çokluğunu bahane ediyorsa bu sadece öğretmene değil, eğitime ve eğitimin bu ülkenin inşasına bakıştaki eksikliği gösterir.

 


 

Etyemez: Medeniyetimizi Yeniden İnşa Etme Yolunda Bir Nesil Yetiştirmek Zorundayız

 

Şûrada konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardımcısı Halil Etyemez, entelektüel düşünce düzeyinin, bilimin problem çözüm teknikleri ve yüksek ahlak seviyesinin birleşmesiyle ortaya çıkacak hayat tarzının insanlığın bütün dertlerine deva olacağını belirterek, şunları kaydetti:

 

“Türkiye bütün dünyada bunu başarmaya aday tek ülkedir. Türkiye, bunu başararak ya insanlığın kurtuluş ümidi olacak ya da modem görüntüye bürünmüş bir ilkel hayat sürerek bütün insanlıkla birlikte belirsiz bir geleceğe doğru yürüyecektir. Bu süreçte temel olarak her bir çocuğumuzu, ülkemizin ve milletimizin geleceği açısından bir potansiyel olarak görüp hiçbirinin sınavlarda elenmediği, sıraya dizilmediği ve onları stratejik bir varlık olarak göreceğimiz bir yapıyı kurmamız gerekiyor. Kısaca kendine ve ülkesine güvenen, medeniyeti yeniden inşa etme yolunda farklı bir nesil yetiştirmek zorundayız. Hükümet olarak göreve geldiğimiz günden bu yana en çok önemi eğitime verdiğimiz gibi, bu alandan yaptığımız her çalışma ve icraat kendi medeniyetimizin kodlarıyla oluşturulan talim ve terbiyeye doğru atılmış önemli adımlardır. Bu bağlamda Şûra boyunca şu sorunun etraflıca ve derinlikli bir biçimde ele alınması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Medeniyet, insan, maarif ve mektep telakkimiz, talim ve terbiyenin neresindedir? Sonuç olarak modem eğitimin ve okulun açmazlarına dikkat çekerek ahlakın, eğitimin ve kendi medeniyet kodlarımızın bugünkü Şura'da etraflıca ele alınacak olmasını takdirle karşılıyorum. Şuranın ülkemize, milletimize, maarif ve eğitim dünyamıza faydalı olacağına canı gönülden inanıyorum.”

 


 

Kırlangıç: Katkılarından Dolayı Eğitim-Bir-Sen’e Teşekkür Ediyorum

 

Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç, şûrayı, “Büyük şair ve eğitimci Mehmet Akif İnan Ağabeyimizin aziz hatırasına ithafen ve kurucusu olduğu Eğitim-Bir-Sen’in himaye ve ev sahipliğinde “Eğitim ve Ahlâk” başlığıyla gerçekleştirdiklerini dile getirerek, şöyle konuştu: “Bu vesileyle Akif İnan üstadımızı rahmet ve özlemle yad ediyorum. Rabbim, yaptığı güzel hizmetlerin mükâfatını kat kat versin ve aziz ruhuna rahmetiyle muamele buyursun. Onun izinden giden eğitim neferlerini de tevfikiyle desteklesin. Bu vesileyle, bu şûranın gerçekleşmesi için elini elimizle birleştiren, bizi cesaretlendiren, bu çalışmanın gerçekleşmesi için gereken bütün maddi ve manevi kaynaklarını seferber eden Memur-Sen Konfederasyonu’nun ve Eğitim-Bir-Sen’in çok kıymetli başkanı Sayın Ahmet Gündoğdu Beyefendiye Türkiye Yazarlar Birliği adına şükranlarımı sunuyorum. Katkı ve himayeleri olmasaydı böyle görkemli bir şûra toplanmayacaktı.”



 

Şişman: Felsefenin Temel Alanlarından Biri Ahlaktır

 

YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Şişman, felsefenin temel alanlarından birinin ahlak olduğunu kaydederek, şunları söyledi: “Türkiye’de dönem dönem ahlak ile ilgili konular gündeme gelmektedir. Son dönemlerde de bu daha çok değerler eğitimi şeklinde olmaktadır. Ahlak ve değerler toplumun değerinde yer almaktadır. Türkiye’de eğitim bir üretim aracı olarak görülmüştür. Hangi alanda eksiklik varsa o alan müfredata konulmak suretiyle eksiklik giderilmeye çalışılmıştır. İnşallah bu şûra, eğitim sistemimizin inşası için önemli sonuçları getirir.”



 

Yılmaz: Ahlaki Eğitime Ana Okulundan Başlanmalıdır

 

Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz, eğitimin ana gayesinin ahlak olduğunu söyleyerek, günümüzde karakter eğitiminin ötelendiğini, yerine kariyer merkezli bir anlayışın yaygınlaştığını kaydetti. Ana okuldan başlayarak, ortaöğretim, lise döneminde ahlaki eğitimin verilmesinin önemini vurgulayan Yılmaz, ancak bunun ders gibi değil hayata yansıyacak şekilde verilmesi gerektiğini bildirdi.



 

Tanrıverdi: Gençlik ve Eğitimin Sorunları Yalnızca Siyasetle Çözülemez

 

AK Parti Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi, sosyal restorasyonun çekirdeğinde gençlik ve eğitim sorunlarının bulunduğunu ifade ederek, “Şüphesiz bu sorunların en can alıcı ve yakıcı olanı da idrak ve idealden yoksun, ahlaki ilkelere sahip olmayan, elinde akıllı cep telefonları, aklında Twitter ve Facebook olan bir neslin geliyor olmasıdır. Sosyal restorasyon deyince yanlış anlaşılmasın, eski Türkiye'nin sosyal mühendisliği akla gelmesin. Biz, sosyal restorasyondan milletin isteklerine göre yönetimi, milletin daha çok söz sahibi olmasını anlıyoruz. Eski Türkiye'nin tek tip insan yetiştirme politikalarını reddediyoruz. Millet olarak, topyekûn yarınlarımıza sahip çıkmalı, Mevlana'nın, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Saruhan Beyin ve Yunus'un hedefi ve özlemi olan bir toplum için çaba göstermeliyiz. Maddi mutluluk ve doygunluk ancak bir süre gider. Sonrasında bugün Avrupa'nın yaşadığı sosyal krizler ve tıkanıklıklar gelir. Onun için kökü mazide gözü atide olan bir gençlik için tarihi ve kültürel değerlerimizi gelecek nesillere aktarmalıyız” diye konuştu.

 

MEMUR-SEN
KONFEDERASYONU
EĞİTİMCİLER BİRLİĞİ
SENDİKASI
Zübeyde Hanım Mahallesi Sebze Bahçeleri Caddesi No:86
Altındağ - Ankara / TÜRKİYE
Tel : 0.312 231 23 06 Faks : 0.312 230 65 28
ebs@ebs.org.tr
Copyright © Eğitim Bir Sen