Haber
2025-10-09 12:06:24
YENİ AKADEMİK YIL YÜKSEKÖĞRETİMDE ÇÖZÜM YILI OLMALI

Üniversitelerimizde yeni akademik yıl başlıyor. 2025-2026 akademik yılın sorunların çözüme kavuştuğu, çalışanların taleplerinin karşılandığı, sorumluluk sahibi herkesin, sorunlara çözüm üretme, beklentileri karşılama gayretinde olduğu, huzurlu ve verimli bir dönem olmasını temenni ediyoruz. Yeni akademik yıla ilişkin değerlendirmelerimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Yeni bir tanımlama ve yapılanma zaruret haline gelmiştir

 

Bir ülkenin eğitim sistemi, okulları ve üniversiteleri ile kalkınmışlık düzeyi arasında hiç şüphesiz ki göz ardı edilemeyecek bir korelasyon mevcuttur. Gerek dayandığı felsefi temel ve arka plan açısından gerek donanım itibarıyla ve gerekse de istihdam ettiği öğretim elemanlarının, çalışanların nitelikleri itibarıyla “üniversite” kavramıyla örtüşen yüksek kalitede, evrensel kurumlara sahip olamayan bir ülkenin ekonomik, askeri ve sosyolojik açıdan güçlü olması mümkün değildir.

 

12 Eylül ürünü bir müessese olarak YÖK, kurulduğu günden itibaren konuşulmaya başlanmış, siyasetçi ve akademisyenler başta olmak üzere toplumun hemen her kesimince ciddi eleştiriye muhatap olmuş, mevcudiyeti ve meşruiyeti tartışılmıştır. Bu haklı değerlendirmeler yanında  son yıllarda atılan adımlar ve projeksiyonlarla, adeta sınırları zorlayarak yeni bir yapılanma sürecine girildiği görülmektedir.

 

“Üniversitelerimizi küresel ölçekte daha güçlü, daha görünür ve rekabetçi bir yapıya kavuşturma” amacıyla bir yol haritası çizen, kaliteye, süreç yönetimi ve liderliğe önem veren; girişimci ve yenilikçi üniversiteler hedefleyen, üniversitelerimizin gerek ulusal gerekse uluslararası itibar ve görünürlüğüne odaklanan bir Yükseköğretim Kurulu özlenen ve hasreti duyulan uygulamalara imza atmaktadır.

 

Bu süreçte, üniversitenin, tarihsel ve felsefi temelleri dikkate alınarak bilimsel olduğu kadar, ahlaki, estetik ve manevi bir zeminde inşa edilmesi gerektiği de unutulmamalıdır. Bu bağlamda yükseköğretimin Türkiye’nin köklü medeniyet birikimiyle yeniden bağ kurması gerekmektedir. Batı merkezli epistemolojik referanslar yanında yerli bilim tarihi kaynakları da temel alınmalıdır. Eğitim sisteminin beslendiği kavramsal çerçeve, özgüveni tesis edecek şekilde yeniden tanımlanmalıdır.

 

Reform ve değişim beklentileri, YÖK’ün yapısı ve rektör seçimleriyle sınırlı kalan kısır tartışmalardan kurtarılmalıdır. Küresel siyasi, sosyal, toplumsal ve iktisadi değişim ve dönüşümlere, talep ve beklentilere cevap verebilecek bir yükseköğretim sisteminin inşası için atılan somut adımların elbette hem yakın gelecekte hem de uzun vadede olumlu neticeleri ve yansımaları tezahür edecektir.

 

Üniversiteleşme Politikaları

 

Yeni üniversite açılması süreci, sayısal değil kalite odaklı bir planlamaya dayanmalıdır. Yerel üniversiteler, bölgesel kalkınma hedeflerine hizmet edecek biçimde yapılandırılmalıdır. Tematik ve ihtisaslaşmış üniversite modeli yaygınlaştırılmalıdır. Meslek yüksekokulları, sektörle entegre halinde, illerin etkili alan yöneticileri ile ortak yönetim kurulları oluşturulmalı, mesleki beceriyi geliştirmeye yönelik nitelikli eleman yetiştirmeye odaklanmalıdır.

 

Eğitim Fakülteleri ve Öğretmen Yetiştirme

 

Eğitim fakülteleri ile Milli Eğitim Akademisi arasında sağlıklı ve sürdürülebilir bir çalışma yöntemi kurulmalıdır. Eğitim politikaları bağlamında öğretmen yetiştirme süreçlerinde Milli Eğitim Bakanlığı ile beraber bütüncül bir reform ihtiyacı doğmuştur. Eğitim fakültelerinin program içeriklerinin toplumun gereksinimleri ve ülke ihtiyacı gibi kriterlerin de dikkate alınarak kontenjan planlamalarının arz talep dengesini gözetecek şekilde hızla güncellenmesi beklenmektedir.

 

Akademisyenlerin mali haklarında esaslı bir iyileştirme kaçınılmaz hale gelmiş olup “Akademik zam” adalet ve hakkaniyet gereği şarttır

 

Akademik personelin ücretleri yeterli değildir. Akademiye verilen önem üniversite sayısının yükselmesinin yanında akademisyenlerin ücretlerinde de iyileştirme yapılmasıyla mümkün olacaktır. Yıllarını bilimsel çalışmalara veren öğretim üyelerinin, akademik yükselme süreçlerinde akıl teri döken öğretim elemanlarının, akademik personelin ücretleri yaptıkları işle orantılı değildir.



Kamu görevlilerinin; ücret, ünvan, yetki ve sorumluluk boyutuyla ücret adaletinin sağlanması talepleri doğru bir serzeniştir. Kamu çalışanları içerisinde akademik personelin ücretleri ise kıyas kabul etmeyecek derecede sıkıntılıdır. Akademik personel göz ardı edilmemeli, bilakis göz önünde bulundurulmalıdır.

 

Yükseköğretim sistemi, yükseköğretime ve yükseköğretimin bileşenlerine yönelik bakış açısı, yükseköğrenimin beşeri sermayeye katkısı, ülkenin ekonomik gelişimine ve kalkınmasına yönelik olumlu etkiler göz önüne alınarak şekillendirilmelidir. Bu bağlamda yükseköğrenimin önemli bileşenlerinden biri olan akademisyenlere, onların mali ve sosyal haklarına yönelik bakış, bu alandaki sorunların doğru tespiti ile çözüm odaklı yaklaşım, bilimsel üretkenlik ve etkinlik düzeylerini, dolayısıyla topyekûn ülke kalkınmasını olumlu etkileyecektir. Ancak öğretim elemanlarının mali haklarına baktığımızda durum pek iç açıcı değildir. Üniversitelerin ücret ve mesleki tatmin açısından kariyer hedeflemesinde cazip yerler olmaktan çıktığı görülecektir. Akademisyenler, ücret yetersizliğinden dolayı çalışma zamanlarının önemli bir kısmını proje, bilimsel araştırmalar yapmak ve patent geliştirmek yerine ek ders ücretlerinden yararlanmak için sürekli olarak derse girmek gibi gelir getirici faaliyetlere odaklanmak zorunda kalmaktadır. Akademisyenlerin zamanlarını araştırmaya ve bilgi üretmeye hasretmelerinin, bilimsel bilgi ve toplumsal hizmet üretebilmelerinin yolu, iş güvencelerinin sağlanmasından, mali haklarının ve çalışma şartlarının iyileştirilmesinden geçmektedir.

 

Memur ve yönetici, her kademe ve seviyede üniversite idari personelinin mali ve sosyal hakları iyileştirilmelidir

 

Uluslararası literatürde “üniversite personeli” kavramı içinde idari personelin akademik personelden ayrı düşünülmediği gerçeğinden hareketle akademisyenlere tanınan geliştirme ödeneği, yükseköğretim tazminatı, döner sermaye katkı payı gibi temel mali ve sosyal haklar, belirli oranlarda bütün idari personele de tanınmalıdır. 

 

Toplu sözleşmede karar altına alınan üniversite idari personelinin yer değişikliğine ilişkin yeni ve kapsayıcı bir düzenleme bir an evvel hayata geçirilmelidir

 

İster akademik olsun ister idari olsun, çalışanların işlerinden memnuniyetleri ya da memnuniyetsizlikleri, eğitimin niteliğini, dolayısıyla ülkenin geleceğini ilgilendirmektedir. Personelin umutsuzluğa kapılmalarını önlemek ve onlardan kaliteli hizmet almak için, iyi bir çalışma ortamı ve iyi imkanlar sunulmalıdır. Sorumluluk sahibi herkes, sorunlara çözüm üretme, beklentileri karşılama gayretinde olmalıdır. 

 

Yükseköğretim kurumlarında görev yapan idari personeli ve dolayısıyla çalıştıkları kurumu da etkileyen ve birçok sıkıntının, problemin kaynağı olan naklen geçiş hakkı sorununa uzun uğraşlar neticesinde nihayet bir neşter vurulmuş, bir adım atılmıştır. 

 

Hiç şüphesiz ki bu olumlu bir gelişme olarak karşımızda durmaktadır. Bir tek çalışanın nakil ihtiyaç ve isteğinin karşılanması için ne kadar uğraşıldığı, çaba gösterilmesi gerektiği ortada iken, 700 sağlık çalışanı ve 300 idari personelin, mevcut durumdaki uygulama, becayiş ile yer değişikliğinin gerçekleşmesi oldukça önemlidir. Bu süreçte katkısı olan her birime teşekkür ediyoruz.

 

Yeni dönemde ise, Yükseköğretim Kurulu ve yetkili sendikanın birlikte çalışarak, bu sorunun daha kapsamlı ve ihtiyaca cevap verecek bir uygulama ile çözüme kavuşturulması zaruret halini almıştır. Sadece birebir, karşılıklı becayiş yerine, çaprazlama bir tercih ve herhangi bir durumda yedeğinin de belirlendiği, sadece aynı ünvan ve görevler değil, birbirine yakın ünvanlar arasında da eşleşmeye müsait ve tamamen dijital ortamda bir başvuru süreci, daha çok ihtiyaç ve talebe cevap verecek, daha kapsayıcı olacaktır. 

 

Yükseköğretim Kurulunca belirli periyotlarla her yıl ve hatta mümkünse yılda iki kez bu sistem açılmalı ve talepler değerlendirilmelidir. Bununla ilgili gerekli düzenleme, kriter ya da yönerge tamamlanarak YÖK tarafından çalışanlarla paylaşılmalıdır.

 

Görevde yükselme ve ünvan değişikliği sınavları merkezi bir şekilde belirli periyotlarla yapılmaya devam edilmelidir

 

Yükseköğretim Kurulu (YÖK), görevde yükselme ve ünvan değişikliği sınavı konusunda, geçen yıl aldığı inisiyatif ve uygulama ile, 70’ten fazla yükseköğretim kurumunun iştirak ettiği merkezi bir sınavın gerçekleşmesini sağlamıştı. İhtiyaç duyulmasına ve beklentisinin bulunmasına rağmen üniversite yönetimlerinin koordinasyon eksikliği ve planlama uyumsuzluğu gibi sebeplerle bu sınavı yapmadığı, bazı nedenlerle tereddüt yaşandığı gibi hususlar gözetildiğinde YÖK’ün bu konuda devreye girmesi ve koordinasyonu son derece isabetli olmuştur. Aynı şekilde boş kadro ve ünvanlar başvuruya açılmak suretiyle görevde yükselme ve ünvan değişikliği sınavları merkezi bir şekilde belirli periyotlarla yapılmaya devam edilmelidir.

 

Doçentlik kadrosuna atanma süreci ve kriterlerde istikrar sağlanmalı

 

Doçentlik kadrosuna atanabilmede, Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) tarafından verilen doçentlik ünvanı ve belgesi yeterli olmalı, üniversitelerin yüzde 90’ından fazlasında zaten bu şekilde olan uygulamaya bütün yükseköğretim kurumları da katılmalı, bu hususta uygulama birliğine gidilmelidir. Doçent ünvanını alan öğretim üyelerinin/elemanlarının, doçentlik kadrosuna atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın, mali açıdan bütün haklarından yararlanabilmesi sağlanmalıdır.

 

Doçentlik kriterlerinin kısa aralıklarla değiştirilmesi ve düzenlemeye gidilmesi, doçent adaylarını endişeye sevk etmektedir. Bilindiği üzere, doçentliğe başvuru süreci belirli bir çalışma ve hazırlık gerektirmekte, adaylar kendilerini buna göre hazırlamakta ve emek vermektedir. Tam da başvuru kriterlerini sağladıkları bir dönemde, yeni ve ekstra şartlar önüne konulduğunda, yeniden başa dönülmesi söz konusu olmaktadır. Hiç şüphesiz ki gerektiğinde yeni kriterler de belirlenebilir. Fakat bu asgari şartlar, yayınlandıktan hemen sonra değil, en az 1 yıl sonra yürürlüğe konulmalıdır.

 

İlgili bütün kurum ve kuruluşları bağlayan toplu sözleşme hükümleri başka bir işleme gerek kalmadan uygulanmalıdır

 

Kamu İşveren Heyeti ile Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti arasında imzalanan toplu sözleşme hükümleri, kural olarak kanun gibi geçerli ve tarafları bağlayıcı niteliktedir. Anayasal ve kanuni temeli olan toplu sözleşme hükümleri uyulması zorunlu olan hükümler niteliğindedir.

 

Toplu sözleşmede imza altına alınan bütün hükümler, iki yıl süreyle geçerli ve bağlayıcı olup taraflara, özellikle ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına/yöneticilere ‘bunu ister uygularız ister uygulamayız’ gibi bir tavır içerisine girme ya da bu konuda bir tercihte bulunma hakkı vermemektedir. Burada imza altına alınan bütün maddeler, kanun değerinde bağlayıcı kurallar olup ertelenmesi, uygulanmaması, gereğinin yerine getirilmemesi asla söz konusu olamaz.

 

Üniversiteler sadece bilgi değil, hikmet ve hakikate yönelmeli, buna yönelik teşvik politikaları geliştirilmelidir

 

Türkiye’nin eğitim politikaları bağlamında yükseköğretim sistemine ilişkin köklü bir zihinsel, kültürel ve medeniyet temelli yeniden yapılanmaya olan ihtiyaç aşikardır. 

 

Bu ihtiyaç, üniversitelerin ekonomik kalkınma ve bilgi üretiminin ötesine geçen bir misyona sahip olmasını, insanın anlam arayışını, hakikatle bağını ve toplumla kurduğu etik ilişkileri merkeze alan bir tasavvurla yeniden şekillenmesini zorunlu kılmaktadır. Üniversiteler çağın ruhuna temas eden, bireyin manevi derinliğini dikkate alan ve milletin kültürel varlığını taşıyan kurumlar olarak yeniden tanımlanarak “değer beyanı” sunmalı, felsefi, ahlaki ve sosyal duruşu açık ve net olarak tezahür etmeli, görünür kılınmalıdır. 

 

Üniversite yerleşkelerinde ve yurtlarda boykot ürünlerinin satışına izin verilmemelidir

 

Öncelikle, “İlk Ders Filistin Olsun” çağrısına duyarlı davranarak, akademik yıl açılışında, bütün üniversitelere, açılış törenleri ve derslerde, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen soykırıma dikkat çekilmesi hususunda gereğini rica eden YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’ın şahsında Yükseköğretim Kurulu’na ve bu çağrıyı hayata geçiren tüm rektör ve yöneticilerimize teşekkür ediyoruz.

 

Yine bu bağlamda, Filistin’de, Gazze’de, çocukları öldüren, masum insanları katleden her kurşunda ve düşen her bombada, siyonizmi finanse eden firmaların büyük payı olduğu gerçeğinden hareketle, üniversite yerleşkelerinde ve yurtlarda soykırımın sponsorlarını boykot eden, bu firmaların ürünlerinin satışına izin vermeyen yükseköğretim kurumlarımızı tebrik ediyor; tüm üniversite ve kurumlara da bu mevzuda hassasiyet çağrısı yapıyoruz. Bu, soykırım sponsorlarını boykot, bir tercih değil, vicdanî ve insanî bir vazife olarak görülmelidir.

 

Eğitim-Bir-Sen olarak, yeni akademik dönemin, yükseköğretimin ve üniversite çalışanlarının sorunlarının çözüme kavuşturulduğu, somut adımların atıldığı bir dönem olmasını diliyoruz.

MEMUR-SEN
KONFEDERASYONU
EĞİTİMCİLER BİRLİĞİ
SENDİKASI
Zübeyde Hanım Mahallesi Sebze Bahçeleri Caddesi No:86
Altındağ - Ankara / TÜRKİYE
Tel : 0.312 231 23 06 Faks : 0.312 230 65 28
ebs@ebs.org.tr
Copyright © Eğitim Bir Sen